türk yazar ve şairlerin hayatı
Mon Ex S Est Inscrit Sur Un Site De Rencontre. Haberler > Hem Türk Hem de Dünya Edebiyatına Ölümsüz Eserler Kazandıran Yazar ve Şairlerin Hayatına Dair Bilinmeyenler - 0945 Severek okuduğumuz yazar ve şairler hakkında genel hayat bilgilerine hakim olsak da 'gerçek' anlamda nasıl bir yaşamları olduğu aklımızda soru işaret olarak kalıyordu. Bizler de sizler için ünlü yazar ve şairlerin hayatına dair bilinmeyenleri araştırdık. 'Öğrendiğimizde nutkumuzun tutulacağı bilgiler' başlığı altında derlediğimiz içeriğimizi merak ediyorsanız sizi şöyle alalım...👇 Kaynak 1. Cahit Sıtkı Tarancı'nın eserlerinde ölüm temasını işlemesinin sebebi küçük yaşta babası tarafından pencereden sarkıtılmasıdır. 2. Nazım Hikmet, sürekli beyaz pantolon giyerdi ve aklına gelen sözleri pantolonuna not alırdı. Bursa'da cezaevinde sürekli ıslak şekilde şiddet gördüğü için 'su fobisi' ortaya çıkmıştır. 3. Özdemir Asaf, r harfini söyleyemediği için bir gün taksiye bindiğinde garip bir anı yaşamıştır... Sevilen şair, taksiye bindiğinde yine r harfini söyleyemeyen bir taksi şoförü ile denk gelmiştir. Ardından da taksi şoförüyle dalga geçtiğini düşünmesin diye Karaköy yerine Eminönü'ne gitmiştir ve sonrasında gideceği yere yürümüştür. 4. Ömür boyu otelde yaşayan Yahya Kemal, Nazım Hikmet'in annesine aşık olmuştur. 5. Ahmet Haşim'in en büyük ve garip alışkanlığı ise toprak yemesiydi. 6. Cemal Süreya'nın soyadında iki 'y' bulunmaktadır ancak bir tanesini iddia sonucu kaybetmiştir. 7. Orhan Veli Kanık'ın ölüm sebebi, belediyenin açtığı çukura düşüp başından yaralanmasıdır. 8. Cemil Meriç, gözlerindeki rahatsızlık nedeniyle gözleri göremez duruma geldiğinde arkadaşlarının yardımıyla yazmaya devam etmiştir. 9. Sabahattin Ali, diksiyon takıntısı olduğu için konuştuğu kişilerin yanlış telaffuz ettiği kelimeleri düzeltirdi. 10. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın temizlik takıntısı vardı ve bu yüzden dışardayken eldivenle gezerdi. En büyük hobilerinden bir tanesi ise örgü örmek veya reçel yapmaktı. 11. Yaşar Kemal'in babası, ailesinin büyüttüğü Yusuf isimli bir çocuk tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür. Bu travmadan dolayı 12 yaşına kadar kekeleyen Yaşar Kemal'in gözünün yaralanması ve görme kaybına sebep olan olay eniştesinin kurban keserken bıçağın fırlamasıdır. Yaşar Kemal, babasının ölümüyle ilgili ise 'Babamın ölümü de beni çok üzdü. 'Babamın ölümüne uzun yıllar inanmadım ve onun mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarlığın yanından bile geçmedim. Öldüğünden dolayı da ona derinden kırıldım, küstüm.' sözlerini söylemiştir. 12. Şairliğinin yanında çok iyi ressam olan Tevfik Fikret, yolda yürürken sol tarafında kimseyi istemezdi. 13. Franz Kafka'nın eserlerinin çoğu hayatını kaybettikten sonra basılmıştır ve başarılı şair, öldükten sonra ünlü olmuştur. 14. Dostoyevski'nin kumar bağımlılığı ve hırsızlık gibi kötü alışkanlıkları vardı. 15. Friedrich Schiller, eserlerini yazarken masasında mutlaka bir elma bulunuyordu ve zaman zaman elmayı koklayarak ilham alıyordu. 16. Soylu bir aileden gelen Aleksandr Puşkin'in gittiği tek yabancı ülke Türkiye'dir. Rus ordusu ile Erzurum'a giden yazar, 'Erzurum Yolculuğu' isimli kitabında yolculuğunu anlatmıştır. 17. Albert Camus, 17 yaşına kadar futbol oynamıştır ancak vereme yakalandığı için futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 21 yaşında yaptığı iki yıllık evliliği, eşinin morfin bağımlılığından dolayı bitmiştir. 18. Tolstoy'un 48 yıllık evliliğinden 13 çocuğu vardı ancak 82 yaşında evinden ayrılma kararı aldıktan sonra bir tren istasyonunda donarak hayatını kaybetti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım... Bu içerikler de ilginizi çekebilir 👇
1 Gürültüsüz Yazamayan Cemal Süreya Aşk şiirleri denince yeri açık ara önde olan Cemal Süreya, ikinci yeni akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Annesini küçük yaşta kaybeden Süreya, kız kardeşleriyle birlikte üvey anne elinde büyümüştü. Pek iyi biri olmayan üvey annesi, onu bir keresinde zehirlemeye kalkmış. Üstelik çoğu zaman da yemeğine cam kırıntıları karıştıracak kadar acımasız bir kadınmış. Cemal Süreya’nın sayılarla arası hiç iyi olmadığından, saati ilkokul 5. sınıfta öğrenmiş. Yazı yazmaya çok küçük yaşlarda başlayan Süreya’nın asıl ilginç özelliği ise gürültü olmadan yazamamasıdır. Okul yıllarında gürültülü ortamda başladığı yazı yazma alışkanlığı, sonraki yıllarda da devam etmiş. Öyle ki evinde sessiz yazamadığını fark edince, radyo ve televizyonun sesini açarak odaklanabiliyormuş. Cemal Süreya hakkında herkesin bildiği bir bilgiyi de hatırlatmadan geçmeyelim. Süreyya olan soyadını arkadaşı Süreyya Evren ile girdiği bir iddia sonucu, Süreya olarak değiştirmiştir. Buradan alınan “y” harfi ise arkadaşının adına eklenerek Süreyyya Evren olmuştur. 2 Nazım Hikmet ve Beyaz Pantolonları Türk edebiyatının en ünlü şairlerinden biri olan Nazım Hikmetin yazmadığı şiir türü yok sanırım. En güzel aşk şiirleri de onda, en iyi vatan şiirleri de… Ama en çok da sevdiği kadınlara yazdığı büyülü sözlerini biliriz. Mavi gözlü devimiz genellikle beyaz pantolon giyermiş. İlham geldiğinde ve aklında o muhteşem sözler belirdiğinde ise bunları hemen o beyaz pantolonuna not alırmış. Demek dünyaya açılan bir şair olmak için böyle garip özellikleri olması gerekiyor insanın. Nazım’la ilgili şu anekdotu vermeden geçmek istemiyorum. Bir gün Pablo Neruda’ya sormuşlar – Önde gelen şairlere yer vereceğiniz bir antoloji oluştursanız Nazım Hikmet de yer alır mıydı? Neruda’nın verdiği cevap ise tam gurur okşayan cinsten – Tek bir şairden oluşan bir antoloji hazırlasaydım, bu şair Nazım Hikmet olurdu! 3 Sabahattin Ali’nin Diksiyon Takıntısı Vardı Türk edebiyatının köşe taşlarından biri olan Sabahattin Ali, hem kaleme aldığı eserleriyle hem de katledilişiyle asla unutulmayacak bir isimdir. Kısacık ömründe hep gülen, şaka yapan ve hayata pozitif bakan biriydi. Onu tanıyanlar asık suratlı halini neredeyse hiç görmediklerini söylüyorlar. Sabahattin Ali’nin diksiyon takıntısı varmış. Kelimeleri birisi yanlış şekilde kullanınca, hemen düzeltme isteği duyarmış. Bu huyu üzerine eşi Aliye Hanım’ın şikayetlerini de arkadaşlarına “Bu yüzden Aliye Hanım bana fena içerliyor. Karı koca ağız tadıyla kavga edemiyoruz. Kavganın en can alacak yerinde tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum” sözleriyle anlatmış. 4 Kendini Çirkin Bulan Cahit Sıtkı Tarancı O hepimizin çok sevdiği, ünlü Otuz Beş Yaş şiirinin şairi Cahit Sıtkı Tarancı kendini hiç beğenmezmiş. Tarancı’nın kendini çirkin bulma özelliği onu yalnızlığa ve karamsarlığa itmiş. Bu da elbette satırlarına fazlasıyla yansımış. Galatasaray Lisesinde okuduğu dönemlerde de fazlasıyla yalnız bir gençlik geçirmiş. Öyle ki tüm arkadaşlarına mektup gelir, bir tek ona gelmezmiş. Cahit Sıtkı da kendi kendine mektup yazar, sonra da postadan alınca, birinden gelmiş gibi sevinirmiş. 5 Örgü Ören Hüseyin Rahmi Gürpınar Hani Kemal Sunal, Adile Naşit gibi isimlerin oynadığı Süt Kardeşler filmi vardı ya, oradaki gulyabaniyi eminim hatırlıyorsunuzdur. İşte o film, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanı Gulyabani’den uyarlanmıştır. Türk yazar ve romancı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar tam bir temizlik hastasıymış. Hiç evlenmeyen, kendini toplumdan soyutlayan Gürpınar, hastalık kaparım korkusuyla çok titiz davranırmış ve yılın 12 ayı eldiven takarmış. Peki bir dönem TBMM’de milletvekilliği yapan Gürpınar’ın boş zamanlarında örgü ördüğünü söylesem? Evet yanlış duymadınız, yazı yazmaktan sıkıldığı zamanlarda örgü örermiş. Hatta bu hobisi için Avrupa’dan örgü modelleri getirttiği bile biliniyor. 6Yaşar Kemal’in Çocukken Kekeme Olduğunu Biliyor muydunuz? Yazarlık hayatına Çukurova’da başlayan ve yaşadığı süre boyunca onlarca roman kaleme alan Yaşar Kemal, çocukken talihsiz bir olay geçirmiş. Babası Van’dan göçüp gelirken, Yusuf adında bir çocuğu da yanına almış ve diğer çocuklarıyla birlikte büyütmüş. Bir gün Yusuf camide namaz kılarken kalbinden bıçaklanarak öldürülmüş. Buna tanık olan Yaşar Kemal, 12 yaşına kadar düzgün konuşamamış ve kekeme olmuş. Herkesin merak ettiği, doğuştan mı yoksa bir kaza sonucu mu o hale geldiği sağ gözünü ise yine çocukken yaşadığı bir olay sonucu kaybetmiş. Henüz 3,5 yaşındayken, bahçede koyun kesen halasının eşini izliyormuş. Adamın elindeki bıçak bir anda fırlamış ve Yaşar Kemal’in gözüne gelerek kör olmasına sebep olmuş. 7 Günde Dört Paket Sigara İçen Ahmed Arif Arapça, Zazaca ve Kürtçe gibi dillere hakim olan Ahmed Arif, yetiştiği koşullar gereği birçok yeteneğe sahipti. Çok küçük yaşlarda at binmeyi öğrendi. At binmeyi çok seven ünlü şair, şahlanmayan ata binmeyeceğini söylermiş. Hayatının büyük bölümünde çok fazla sigara içen Arif, daha sonra birden bire bırakmış ve sigaranın dumanına bile tahammül edemez olmuş. “Günde dört paket Bafra içiyordum” demesine rağmen, Ramazan aylarında oruç tutan kişilerin yanında, sigara içmeyecek kadar da iradeli biriymiş. 8 Tutunamayanlar’ın Şakacı Yazarı Oğuz Atay 1977 yılında aramızdan ayrılan, Tutunamayanlar’ın yazarı Oğuz Atay da değeri öldükten sonra anlaşılan isimlerden biri. Yaşadığı dönemde oldukça ilgisiz kalsa da günümüzde tüm eserlerinin, büyük bir hayran kitlesi bulunuyor. Yazarın en ünlü romanı olan Tutunamayanlar’daki karakterler aslında Atay’ın kendi hayatındaki kişiler. İçine kapanık bir çocukluk dönemi geçiren Atay’ın en sevdiği yazarlar Kafka ve Dostoyevski’ymiş. Gençlik yıllarında karikatür çizen ve mizah yönü oldukça güçlü olan Oğuz Atay, ölümün onu banyoda yakaladığı gün, dışarıdan ona seslenenlere; “Sevinmeyin daha ölmedim” demiş. Bu sözleri orada bulunanlara tebessüm ettirse de yazarın son sözleri olmuştu. 9Uçurtma Meraklısı Orhan Veli Garip akımının öncülerinden Orhan Veli, İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı şiiriyle hafızalarımızda yer etmiştir. Şiire çok farklı bir boyut getiren ve çok erken yaşta hayata veda eden Orhan Veli Kanık bir uçurtma meraklısıymış. Boş zamanlarını uçurtma yaparak değerlendirirmiş. Koyu Galatasaraylı olan şairimizin en sevdiği hobiler arasında balık tutmak da varmış. Normalde insanlar ilham geldiğinde, aklında beliren satırları hemen kaleme alırlar. Orhan Veli böyle yapmazmış. Yazacaklarını önce düşünür, kafasında tasarlar, daha sonraki bir zaman da oturur kaleme alırmış. Sakin mizaca sahip olduğu düşünülse de oldukça eğlenceli biri olan Orhan Veli, kız kardeşinin arkadaşları geldiğinde, onları eğlendirmek için Karagöz – Hacivat oynatırmış. Orhan Veli de tıpkı Balzac gibi bir kahve bağımlısıymış. Hatta fincanla içmek kesmediğinden bira bardaklarına doldurarak içermiş. 10 Kör Olma Pahasına Okumaktan Vazgeçmeyen Cemil Meriç 1916 ve 1978 yıllarında yaşamış olan Cemil Meriç, yazarlık kimliğinin yanında çevirmen ve düşünürdür. Cemil Meriç’in en ünlü sözleri kitap ve okumak üzerinedir. Kitaba olan tutkusunu her fırsatta dile getirir. Hayatı boyunca okuyan Meriç, bu tutkusundan görme yeteneğini kaybedene kadar vazgeçmemiş. Gençlik yıllarında iki gözünde de oluşan bir mikroptan dolayı askerlikten muaf tutulmuş. İlerleyen yıllarda bu sorun artarak devam etmiş. Ama Cemil Meriç okumaktan hiçbir zaman vazgeçmemiş. Artık yazılanları seçemeyecek duruma geldiği dönemlerde, ışığa yakın olmak için, sandalyesini masanın üstüne çıkarır, yine de okurmuş. Yazmaya ve okumaya olan aşkı, gözlerini tamamen yitirdiğinde bile bitmemiş. Gözleri görmez hale gelince, çevresindekilerin yardımıyla yazmaya devam etmiş. Hatta yazarın en üretken çağının bu olaydan sonra başladığı biliniyor. 11 Fotoğraf Çektirmeyi Sevmeyen Sezai Karakoç Diyarbakır kökenli olan Sezai Karakoç; daha çok şiir, deneme, inceleme ve hikaye türünde eserler vermiş yazar ve şairimizdir. En ünlü şiiri Mona Rosa olan Sezai Karakoç’un bilinen en ilginç özelliği fotoğraf çektirmeyi sevmemesi. Günümüz koşullarına baktığımızda, bu özellik bize çok tuhaf gelse de eski zamanlara göre belki de olağan bir seçimdi. Fotoğraf çektirmeyi hiçbir zaman istemeyen Karakoç’un, şu an var olan fotoğrafları ise ondan habersiz çekilmiş. 12 Necip Fazıl Kısakürek Nakşibendi Tarikatındandı Üstad diye nitelendirilen, şair ve yazarımız Necip Fazıl Kısakürek, yaşam öyküsü ile herkesi şaşırtmış ve de kendine hayran bırakmıştır. 30’lu yaşlarına kadar hayattan zevk almayan, arayış içerisinde olan ve boş geçirilmiş bir ömür yaşadı. Daha sonra ise Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve hayatı tamamen değişti. O saatten sonra kendini Allah yoluna adayan Necip Fazıl, Nakşibendi tarikatına geçti ve bundan sonraki hayatını bu şekilde devam ettirdi. Üstad, hayatındaki bu kırılma noktasını O ve Ben isimli kitabında detaylıca anlatmıştır. 13 Feminist Yazar Halide Edip Adıvar Kurtuluş Savaşı sürecinde gösterdiği çalışmalarla kahraman Türk kadınının simgesi olan Halide Edip Adıvar, ilk kadın romancılarımızdan biridir. İlk eşi Salih Bey öğretmen olduğu için, Halide Edip de vaktinin çoğunu okulda geçiriyor ve sürekli okuma fırsatı buluyordu. Yazın hayatına daha sonra başlayan Halide Edip’in eserlerinin çoğunun konusu ise kadın ve kadınların yaşadığı sorunlardan oluşuyor. Feminist bir kişiliğe sahip olan Adıvar, 2 oğluna da çok iyi bir annelik yapamamış. Çünkü okuldaki öğretmenlik görevi ve Milli Mücadele için cephedeki çalışmaları annelik vazifesinden önce geliyormuş. Torununun ağzından dinlediğimiz bir röportajda; Halide Edip’in genellikle asık suratlı ama özünde çok duygusal bir insan olduğunu öğreniyoruz. 14 Bodrum Sürgünü Halikarnas Balıkçısı Bizim Halikarnas Balıkçısı olarak bildiğimiz roman yazarımızın asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlıdır. Bodrum’a olan tutkusu ile tanıdığımız ünlü yazar sanılanın aksine Bodrum’a kendi isteğiyle yerleşmemiştir. İstanbul’da yaşadığı dönemde gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmaya başlayan Cevat Şakir, bir gün yazıları yüzünden tutuklanmış. İstiklal Mahkemesine sevk edilen yazara ceza olarak sürgün edilmesi kararı verildi. Sürgün yeri ise Bodrum’du. O tarihten sonra Bodrum, yazarımızın vazgeçilmez tutkusu oldu. Cezası bittikten sonra bile Bodrum’dan ayrılamadı, ailesini de yanına aldırdı ve orada yaşamaya devam etti. Halikarnas Balıkçısı yaşadığı bu süreci, Mavi Sürgün kitabında anlatmaktadır. 15 “R”leri Söyleyemeyen Özdemir Asaf Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır şairlerimizden biri olan Özdemir Asaf kelimeleri kullanma ve duyguları dizelere aktarma şekliyle, yazdığı her şiirle yüreklerimize dokunmayı başarmıştır. Asıl adı Halit Özdemir Arun olan ünlü isim, yazın hayatına ilk başladığı yıllarda, dergilerde Özdemir Özden ismini kullanıyormuş. Bunun sebebi ise “r” harfini söyleyememesiymiş. Ancak daha sonra Oktay Akbal ona babasının adını kullanmayı önermiş ve o günden sonra, Özdemir Asaf ismini kullanmaya başlamış. Sempatik tavırlarıyla insanlar üzerinde hep olumlu izlenim bırakan Özdemir Asaf’ın bilinmeyen bir başka özelliği ise gençlik yıllarında Güneşspor adlı bir futbol kulübünde oynamasıdır. Sizlere dünyanın en ünlü yazarları hakkında, muhtemelen daha önce hiç duymadığınız, ilginç bilgileri paylaştım. Bizim Türkler neyse de yabancı yazarların gerçekten de çok garip alışkanlıkları varmış. Mesela Charles Dickens’in boş zamanlarında kimsesizler morgunda durması bana çok garip geldi. Kitaplarını büyük zevkle okuduğumuz yazarların, ne kadar değişik huyları varmış öyle değil mi? Peki ya bu saydıklarımızdan size en garip gelen özellik hangisiydi? Bu Yazı İçin Ne Düşünüyorsun?
Sizler için şairlerin sorularda sıkça sorulan lakaplarını bir araya getirdik. Elbette bu kadarla sınırlı kalmayacak ve Türk yazarlarımızı da işin içerisine dahil ederek kullandııkları takma adları ekleyeceğiz. Konumuz şu anlık şairler ve biliyoruz ki şairlerin en çok tercih ettiği şeylerden biri lakaplar. Elbette bunu sadece kendileri isteyerek yapmıyor. Yaptıkları işlerden ötürü onlara bu unvanlar layık görülüyor. Peki nedir bu unvanlar? İnceleyelim. Adalar, Zühre, Kamer Şairi Tahsin Nahit Akıllı Ozan, Çamdeviren, Çamlıbel, Çamlıviran, Deli Ozan Faruk Nafiz Çamlıbel Anadolu Şairi Ömer Bedrettin Uşaklı Atatürk Şairi Behçet Kemal Çağlar Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Bu Vatan Kimin Şairi Orhan Şaik Gökyay Destan Şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca En Gür Sesli Şair, Vatan Şairi, Hürriyet Şairi Namık Kemal Eşya Şairi Sedat Umran Evler Şairi Behçet Necatigil Feylesof filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı Gurbet Şairi Kemalettin Kamu Hace-i Evvel, Yazı Makinesi Ahmet Mithat Efendi Hacı Kalfa Katip Çelebi Hiciv üstadı Nefi Izdırap Şairi Fuzuli İkinci Yeni’nin Kuyumcu Şairi Edip Cansever İstanbul Şairi Yahya Kemal Beyatlı/Nedim Kadın Şairi, Nişanlı Şair Celal Sahir Erozan Kuyumcu Şair Edip Cansever Lale Devri Şairi Nedim Mistik Şair, Şairler Sultanı, Kaldırımlar Şairi, Çile Şairi Necip Fazıl Kısakürek Mutluluk Şairi Ziya Osman Saba Ölüm Şairi Cahit Sıtkı Tarancı Sezgi Şairi Asaf Halet Çelebi Sokağı Şiire Taşıyan Şair Orhan Veli Kanık Sokağı Edebiyata Taşıyan Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar Sultanü’ş-Şuara Baki Şair-i Azam, Tezatlar Şairi Abdülhak Hamit Tarhan Türk Şairi/Millî Şair Mehmet Emin Yurdakul Ümmetçi Şair/Millî Şair Mehmet Akif Ersoy Üstat, Teorisyen, Hoca, Ağıtlar Şairi Recaizade Mahmut Ekrem Zaman Şairi Ahmet Hamdi Tanpınar Zevk ve Eğlence Şairi Nedim Hazırlayan Melih Özdamar Bu uyarı bildirim kutusudur İçeriklerimiz, pdf anlatımlar dahil, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nca korunmaktadır. Telif haklarının herhangi bir şekilde ihlali, başka yerlerde isimsiz yayımlanması, çeşitli kitap kaynaklarında izinsiz yer alması, içeriğin izinsiz kopyalanıp başka bir isimle tanıtılması vb. ile yapan kişi, kişiler veyahut kurumlar hakkında gerekli işlemler başlatılacaktır. Türkçe ve Edebiyat yönetimi.
Bazen okuduğum yazar ve şairlerin hayat hikayelerini merak ederim. Çoğunlukla da acı veya ilginçliklerle karşılaşırım. İşte bunlara örnekler; Wirginia Wolf; manik-depresif teşhisi konulmuş,bir keresinde manik anında 48 saat konuşmuştu,yazılarını ayakta yazan yazar kibirliydi. Yahudiler konusunda ırkçı tutum sergilemiş, aşkı bir kadında bulmuş ama yalnızca kocası ile mutlu olabilmişti. Ceplerine koyduğu çakıl taşları ile evinin yakınındaki ırmağa girmiş ve intihar etmiştir. Oscar Wilde; Annesinin isteği nedeniyle çocukken kız elbiseleri giyerdi. Zekası ile ünlenmiş, yazdıklarından dolayı ahlaksızlıkla, bir erkekle yakın arkadaşlığından dolayı eşcinsellikle suçlanıp iki yıl hapis yatmış. Shakespeare; Veba salgını sırasında doğmuş,18 yaşında evlenmiş, bu evlilikten iki tane ikiz yani dört çocuğu olmuş ancak ailesi ile aynı şehirde pek yaşamamıştır. Doğumgünü kutlaması sırasında aldığı aşırı alkol nedeniyle komaya girip ölmüştür. Bertolt Brecht; Nazi karşıtı, oyunları ve kitapları yasaklanmış yazar ülkesinde vatandaşlıktan çıkarılmış ve kalp krizinden ölmüştür. Halil Cibran; Lübnanlı yazarın Beyrut'ta kitapları yakılmış, maruni kilisesince afaroz edilmiştir. New York'ta yalnız ve yoksul ölmüştür. Yaşarken onu kabul etmeyen Beyrut cenazesini almıştır. Herman Hesse; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya'dan İsviçre'ye kaçmış, ülkesinde vatan haini ilan edilmiştir. Gençliğinde intihara teşebbüs edip bir süre akıl hastanesinde yatmıştır. Sergey Yesenin; Rus şair, mürekkep bulamayınca kolunu kesmiş burdan akan kanla şiirini yazmıştır. O gece kendini asıp ölmüştür. Orhan Veli; belediyenin açtığı çukura düşmüş, beyin kanaması geçirdiğinin farkına varmamış. İki gün sonra hastaneye kaldırılmış ve hayata gözlerini yummuş. Albert Camus; karısı ve sevgilisi arasında yaşadığı tutku ve bağlılık bocalamalarını Fransa ve Cezayir arasında da yaşamıştır. Plajı ve güneşi çok seven yazar arkadaşının kullandığı arabada kaza geçirip ölmüştür. Maksim Gorki;çocukken büyükbabasından acımasızca dayaklar yemiş, yoksulluk çekmiş, annesinin yeni eşine bıçakla saldırmış, çok işte çalışmış, 19 yaşında kalbine tabanca dayayıp ölmek istemiş ama kurşun ciğerini delince ömür boyu sürecek bir vereme yol açmıştır. Lenin ile dostluk kurmuş, tabutu Stalin tarafından taşınmış bu yazar 68 yaşında ölmüştür. Cesare Pavese; faşistlere karşı çıktığı için hapse atılmış,ödül kazandığı yıl ilaç içip intihar etmiştir. Charles Bukowski; yıllarca babasından ustura kayışıyla dayak yemiş, lise yıllarında aylarca vücudunun her yanını kaplayan yaralar yüzünden tedavi görmüş ve sargılarla yaşamıştır. Alkolü ve kadınları çok seven yazar kanserden ölmüştür. Son sözlerinden biri "yaşamayı denedim,pişman değilim ama siz denemeyin" olmuştur. Rimbaut; şizofrendi. Şiirde sembolizmin atası kabul edilir. Çocukken saçlarını uzatan annesi onu bir kız gibi yetiştirmiştir. Defalarca evden kaçmıştır. 16 yaşında kaçtığı Paris'te bir grup askerin tecavüzüne sonra Paul Verlaine ile eşcinsel, kavga gürültü dolu bir ilişki yaşayacak ve onun genç karısından ayrılmasına neden olacaktır. Sonra ailesinin yanına döner, ahırda karanlıkta yaşar ve yazar...Dizinde çıkan bir tümör nedeniyle bir bacağı kesilir, birkaç ay sonra ölür. Romain Gary; annesi eşyalarını satarak ya da el falı bakarak büyüttüğü oğlunun ileride büyük bir yazar olacağına Dünya Savaşı'nda pilottu, sonra diplomat oldu. İkinci eşi bir oyuncuydu kendisini aldattı ve terketti, kısa bir süre sonra da intihar etti. Gary onun intiharından bir yıl sonra silahla yaşamına son verdi. Franz Kafka;anlayışsız, süreklı bağıran bir baba ve sessiz bir annenin çocuğuydu. Babasının zoruyla hukuk okudu. 41 yaşında yıllarca çektiği ciğer hastalığından öldü. Mektupları ve kitaplığına gestapo el koydu.. Cevat Şakir,köklü bir ailenin çocuğuydu. Kaza olduğu söylenen bir silah patlamasıyla babasını öldürdü. 7 yıl hapis yattı, vereme yakalanınca serbest bırakıldı. Yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum'a sürgüne gönderildi. Yıllar sonra kemik kanserinden öldü. Tezer Özlü; mutlu bir aile yaşamı olan yazar bazen ruhsal bunalımlar yaşardı. Bazı bunlaım anlarında elektroşok tedavisi bile bir memesi alındı ama genç yaşta öldü. Puşkin; eşinin sevgilisi olmakla itham ettiği Anthes ile girdiği düelloda vurulup üç gün sonra ölmüştür. Tolstoy'un 13 çocuğu vardı. 48 yıllık karısına bir gün "son günlerimi sükunet içinde geçirmek istiyorum" notunu bırakıp ve evi terk ettiğinde 82 yaşındadır. Bir tren istasyonunda donarak ölür. Charles Dickens'ın en fazla vakit geçirdiği yer kimsesizler morguymuş, Balzac günde 50 fincan kahve içer, içmediğindeyse kahve çekirdeği çiğnermiş. Yazı yazarken kafasına kalınca bir atkı bağlar ayaklarını bir leğen suyun içinde tutarmış. Ne ilginç değil mi? farklı ve acı çekince mi yazar olunuyor yoksa yazar olunca mı farklılaşıyor insan? Bence büyük yetenek + acı+duyarlılık bir arada olursa tam oluyor ...
O ve Ben adlı otobiyografisinde kaydettiğine göre 25 Mayıs 1905'te İstanbul Çemberlitaş'ta cinayet mahkemesi reisliğinden emekli büyük babası Mehmed Hilmi Efendi'nin konağında doğdu. Babası Mekteb-i Hukuk mezunu ve bazı memuriyetlerde bulunmuş Abdülbâki Fâzıl Bey, annesi Mediha Hanım'dır. Baba tarafından Maraşlı olan Kısakürekoğulları ailesinin kökü Dulkadıroğulları'na dayanmaktadır. Asıl adı Ahmed Necip olan Necip Fazıl okuma yazmayı büyük babasından öğrendi. Çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir öğrenim hayatı geçirdi. Önce Gedikpaşa'da bir Fransız, sonra aynı yerde bir Amerikan mektebinde, Büyükdere Emin Efendi mahalle mektebinde, Büyük Reşid Paşa Numune, Vaniköy Rehber-i İttihad mekteplerinde okuduktan sonra Heybeliada Numune Mektebi'nden mezun oldu. Aynı yıl Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydoldu. Burada da beş yıl okudu, ancak diploma alamadan ayrıldı. 1921'de İstanbul Dârülfünunu Felsefe Şubesi'ne yazıldı. Bu öğrenimini de tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris'e gitti. Fakat Paris'te de düzenli bir öğrenci olamadı, kısmen sanat çevrelerinde bulunduysa da kendini daha çok eğlenceye ve bohem hayatına verdi. Türkiye'ye dönüşünde İstanbul ve Anadolu'da bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı. Bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde ve Robert Kolej'de çeşitli dersler okuttu. Bu arada felsefe öğrenciliğinden beri girmiş olduğu basın çevresini daha çekici ve eser vermeye daha uygun bir ortam olarak gördüğünden 1942'den itibaren memuriyetlerini bırakıp geçimini yazılarından ve yayıncılıktan sağlayamaya başladı. Son yıllarına kadar Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olduğu gibi bazı günlük gazetelerde fıkra ve makaleleri de yayımlanmaktaydı. Hemen tamamı Büyük Doğu'da olmak üzere kullandığı takma adları Ne-Fe-Ka, Hi-Ab-Kö, Ha-A-Ka, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek, Ahmed Abdülbaki, Prof. Bankacı, Be-De, Ozan, Ozanbaşı'dır. 25 Mayıs 1983'te Erenköy'deki evinde öldü. Büyük ve olaylı bir cenaze töreninin ardından Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedildi. "Çille çille üstüne düştü mücevher târihi / Var mı şâir çilleden çıksın Necip Fâzıl gibi" 1403 mısraları Orhan Okay tarafından ölümü için düşürülmüş tarihtir. Sabır Taşı oyunuyla 1940 Cumhuriyet Halk Partisi piyes yarışması birinciliğini kazanan Necip Fazıl Kısakürek için sanat hayatının 50. yıl jübilesi Millî Türk Talebe Birliği tarafından 22 Kasım 1975'te yapıldı. 25 Mayıs 1980'de doğumunun 75. yılı vesilesiyle Kültür Bakanlığı kendisine "büyük kültür armağanı" ve nakdî mükâfat, aynı tarihte Türk Edebiyatı Vakfı da "Türkçe'nin yaşayan en büyük şairi, sultânüşşuarâ" unvanını verdi. Ölümünün ardından Türk Edebiyatı nr. 117, Temmuz 1983, Mavera nr. 80-82, Temmuz-Eylül 1983, Yönelişler nr. 25, Temmuz 1983, Kültür ve Sanat nr. 28-29, Temmuz-Ağustos 1983 dergileriyle Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı 1984 birer özel sayı yayımlamıştır. Necip Fazıl, ilk şiir denemesinin Millî Mücadele yıllarında on üç-on dört yaşlarında iken Tercüman gazetesinin edebî ilâvesinde çıktığını ifade eder. Bilinen ilk şiiri ise 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua'da yayımlanan, daha sonra Örümcek Ağı kitabına "Bir Mezar Taşı" adıyla girecek olan "Kitâbe" başlıklı şiirdir. Bu tarihten başlayarak 1939'a kadar Yeni Mecmua, Millî Mecmua, Anadolu, Hayat ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde şiirleri ve hikâyeleri çıkar. Özellikle dönemin seçkin dergilerinden olan Hayat'ta yer alan şiirleriyle dikkati çeker ve hakkında takdir yazıları yayımlanır. İlk şiir kitapları olan Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bu yıllarda yazdıklarından seçmeleri ihtiva eder. Kaldırımlar kitabına adını veren uzun şiiri kendisine "Kaldırımlar şairi" olarak şöhret kazandırmıştır. Üçüncü şiir kitabı Ben ve Ötesi ile nesir yazılarının toplandığı Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil de bu yıllarda çıkar. Bu arada oyunculuğuna büyük değer verdiği Muhsin Ertuğrul'un tesiriyle tiyatroya ilgi duymaya başlayan Necip Fazıl'ın ilk tiyatro eseri Tohum 1935'te yayımlanır ve Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konur. Bu tarihten bir yıl kadar önce, kendi ifadesiyle "çocukluğunda ve gençliğinde masal gibi bir rüya ikliminden topladığı karanlık ve karışık haberlerin apaydınlık ve dümdüz gerçeğini verdiğine" inandığı Nakşibendî şeyhi Abdülhakim Arvâsî ile karşılaşmasından sonra sanat anlayışında ve eserlerinde dinî-mistik bir eğilim ağırlığını hissettirmeye başlar. 1936'da memuriyeti dolayısıyla Ankara'da bulunan Necip Fazıl, devrin sathî ve maddeci dergileri karşısına spiritüalist ve estetik ağırlığı olan haftalık Ağaç dergisini çıkarır. 7. sayısından itibaren İstanbul'a taşınan dergi, dönemin meşhur isimlerini bir araya getirmiş olmasına rağmen umulan ilgiyi görmediğinden 17. sayıda kapanır bk. AĞAÇ. Necip Fazıl, daha geniş kitlelere daha kısa zamanda ulaşan tiyatroya ilgisini devam ettirerek tiyatro eleştirmenlerinin olumlu karşılamalarına rağmen seyircinin tutmadığı Tohum'dan sonra 1938'de Abdülhakim Efendi'yi tanımasının mistik ve metafizik bir ürünü olan Bir Adam Yaratmak'ı yazar. Muhsin Ertuğrul'un başrolü oynamasıyla büyük ilgi gören bu piyesin ardından 1942 yılına kadar arka arkaya bazıları şehir tiyatrolarında da sahnelenen oyunlar kaleme alır. II. Dünya Savaşı'ndan biraz önce başlayarak savaş yıllarında fıkra yazarlığı yapan Necip Fazıl önce Haber, ardından Son Telgraf gazetelerinde "Çerçeve" genel başlığı altında yazılar yazmıştır. Bir dünya savaşı çıkmayacağı kanaatini benimseyen Türk basınının bu tutumuna karşı aksi fikri savunan Necip Fazıl bu yazılarının büyük bir kısmını Çerçeve adlı bir kitapta yayımlamıştır 1940. Son Telgraf'ta fıkra yazarlığı devam ederken yeni bir dergi çıkarma teşebbüsüne girer. Siyasî, fikrî, edebî karakterdeki Büyük Doğu 1 Eylül 1943'te çıkar. Değişik boyutlarda, çoğu haftalık, birkaç defa aylık ve günlük gazete olmak üzere Necip Fazıl'ın ölümüne yakın yıllara kadar aralıklarla devam eden derginin son sayısı 5 Haziran 1978 tarihini taşımaktadır. Dönemin mevzuatına göre siyasî yazılarından dolayı zaman zaman kapatılan, toplatılan, takibe uğrayan, bazan da sahibi tarafından yayımı tatil edilen Büyük Doğu çıktığı yıllarda sansasyonel kapak resimleri ve manşetleriyle geniş ilgi görmüştür. Bunun dışında bazı dönemlerinde seviyeli bir fikir ve edebiyat dergisi olduğu gibi dinî yayınların kontrol altında tutulduğu yıllarda okuyucunun bu konudaki ihtiyacını da karşılamıştır bk. BÜYÜK DOĞU. Necip Fazıl, 1950'de Büyük Doğu Cemiyeti adıyla o yıllardaki mevzuata göre siyasî parti kavramıyla eş anlamda bir de siyasî dernek kurmuş, derneğin başkanı sıfatıyla Anadolu'nun birçok şehrinde konferanslar vermiştir. Gerek dergideki yazıları gerek siyasî faaliyetlerinden dolayı değişik iktidarlar devrinde takibata uğramış, hakkında mahkûmiyet kararları verilmiştir. Necip Fazıl'ın kitap ve dergi yayını olarak en verimli devresi 1950'den sonraki yıllardır. Şiir kitaplarını yeniden gözden geçirip yayımladığı gibi yeni tiyatro, senaryo, hikâye, roman, hâtıra, dinî ve tasavvufî eserler, siyasî ve tarihî incelemeleri de bu döneminin ürünleridir. Necip Fazıl, Cumhuriyet'in ilk yıllarında hece vezniyle yazan şairler arasında estetik kaygıları ve metafizik-psikolojik derinliğiyle kendine bir yer edinmiştir. II. Meşrutiyet'ten sonra yaygınlaşmaya başlayan, fakat ses ve nazım şekli bakımından monoton örnekleriyle henüz bir bocalama dönemi geçirmekte olan hece vezni onun şiirleriyle poetik bir değer kazanır. Muhteva olarak da mistik ve metafizik eğilimler, vehim ve sayıklama gibi marazî ve trajik özellikler kendisini döneminin diğer şairlerinden ayırır. Daha ilk şiiri olan "Kitâbe" tekke şiirinden, divan mazmunlarından birtakım çağrışımlar taşımaktaysa da yeni bir eda ve yeni bir ses arayışıyla dikkat çeker. Burada mezar kitâbesinin zaruri olarak çağrıştırdığı ölüm motifi, aşkta marazî bir hassasiyet ve acı bir lezzet, her an bir felâket ve trajediyle ürküten "patetik" hava Necip Fazıl'ın şiirlerinin âdeta değişmeyen temasını teşkil edecektir. Yine aynı yıllarda 1924'te yazdığı, ilk şiir kitabının da adını oluşturan "Örümcek Ağı"nda ise artık deneme devresini aşmış, şiiri form bakımından sağlam bir mimariye ve plastik yapıya kavuşmuş, dil olarak bir soyutlama ifadesi bulmuş, muhteva olarak da psikolojik bir derinliğe erişmiştir. Bu şiir kendi döneminin ilk hececilerinin monotonluğundan, çok belirli duraklarından, alışılmış kafiyelerinden tamamen kurtulmuş, muhteva ile uyumlu bir nazım tekniğine kavuşmuştur. Necip Fazıl'ın şiirlerinin Örümcek Ağı kitabıyla başlayıp Kaldırımlar'da ve daha sonrasında gelişerek devam eden bu özelliklerinde şahsî mizacıyla beraber şüphesiz çağının getirdiği bazı felsefe ve edebiyat akımlarının da izleri vardır. Ahmed Hâşim'in çığırını açtığı sembolist ve empresyonist şiir, psikoloji alanında yeni ufuklar açan Freud'ün sanat sistemlerini de tesiri altına alan şuur altı ve libido teorileri, varlığa ve zaman kavramına yeni bir mâna kazandıran Bergson'un sezgiciliği, hayatın ve insanın yeni bir yorumunu taşıyan egzistansiyalistleri ve özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk aydınının belirli bir seviyede ilgisini çeken karamsar, bunalımlı ve mistik havasıyla Baudelaire'i bunlar arasında düşünmek gerekir. O ve Ben adlı otobiyografisinde on iki yaşlarında aşırı hissî romanlar ve polisiye romanları okuduğunu, bu yıllarda "marazî bir hassasiyet, acıtan bir hayal kuvveti ve dehşetli bir korku" içinde bulunduğunu yazan Necip Fazıl'ın şiirini açıklamada çocukluğundan getirdiği bu duygularla yukarıda çağın özellikleri olarak belirtilen akımlar arasındaki paralellik de dikkate alınmalıdır. İlk dönem şiirlerinden itibaren eserlerinin çoğunda hâkim olan temaların başında korku gelir. Daha Örümcek Ağı'ndaki "Gece Yarısı", "Boş Odalar", "Ayak Sesleri", "Çan Sesi"nden başlayarak pek çok şiirinde korku âdeta değişmeyen bir laytmotif gibi tekrarlanır. "İçimde damla damla bir korku birikiyor" mısraıyla "Kaldırımlar" hemen baştan sona kadar bir korkunun gelişmesinin poemidir. Bu temanın tabii bir neticesi olarak irreel bir dünyanın ürpertici varlıkları ve bunların doğurduğu duygular da şiirlerine girmiştir Periler, cinler, hayaletler, kâbuslar, anlaşılmayan ayak sesleri, siyah kediler ... Bir döneminden sonra eskiyeni bütün şiirlerini harmanlayarak gruplandırdığı Çile adlı şiir kitabının bazı bölüm başlıkları da aynı duyguları çağrıştırır Ölüm, Korku, Dâüssıla, Ukde, Tecrit ... Necip Fazıl'ın şiirlerinde eşyaya, maddî varlıklara, dış dünyaya bakış tarzı da dikkat çekicidir. Onda bu varlıklar dış görünüşleriyle algılandığı gibi değildir. Eşyanın insanın iç dünyasıyla ilişkisi vardır. Bergson'un sezgi felsefesinin ışığında Necip Fazıl'da eşyaya, objeye karşı zihnî bir sempatinin varlığı düşünülebilir. Böylece "Otel Odaları"ndaki eşyanın, "Ses Geliyor Ormandan" şiirinde ormanın, "Azgın Deniz", "Susan Deniz", "Takvimdeki Deniz"deki denizin, "Bu Yağmur"daki yağmurun ve diğer şiirlerinde kaldırımların, odadaki mangalın, bahçedeki heykelin alelâde obje olmaktan çıkıp şairin iç dünyasıyla özdeşleştiği görülür. Genel anlamıyla spritüalist ve mistik bir şair olan Necip Fazıl'da bu mizacın tabii eğilimi olarak din de ilk şiirlerinden itibaren sürekliliğini kaybetmeyen bir tema halinde ortaya çıkar. Bu tema 1932'de yayımlanan Ben ve Ötesi'ne kadar dönemin biraz da modası olan âşık veya tekke şiiri havasında, özellikle de Yûnus Emre tarzında örneklerle görülür. Abdülhakim Arvâsî'yi tanımasından sonra ise şiirlerine olduğu kadar sanat anlayışına ve poetikasına da belirli bir dinî-mistik görüş hâkim olur. Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde şiirin estetiği üzerinde ısrarla duran ve bu konudaki düşüncelerini programlı bir şekilde poetika haline getiren nâdir sanatkârlardan biridir. 1940'lardan itibaren gittikçe gelişen ve yaygınlaşan yeni şiir akımına, özellikle onun ilk temsilcileri olan Garip topluluğuna ilgisiz kalan Necip Fazıl, şiiri dengeli bir duygu ve düşünce muhtevasını kavrayan sağlam bir şeklî yapı, bir estetik form olarak kabul eder. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerinde 1936-1943 yılları arasındaki bazı yazılarında Türk şiiri ve kendi çağdaşı olan bazı şairler hakkında fazla derinleşmeyen değer yargılarından sonra ilk defa 1946 Eylülündeki Büyük Doğu'larda "İdeolocya Örgüsü"nde, ütopik bir cemiyet yapısının ayrıntısı içinde birkaç bahis şeklinde yazdığı "poetika"sını 1955'te, uzun zamandır kitap haline getirmediği şiirlerini bir araya topladığı Sonsuzluk Kervanı kitabına bir bütün olarak ilâve eder. Genellikle şiir üzerine olmakla beraber özellikle kendi şiirinin felsefesi olan poetika, şiirin ve şairin hususiyetleri, şiiri meydana getiren unsurlar, şiirin hayatla, toplumla, dinle, devletle ve pozitif ilimlerle ilgisi konularında on dört bölüm halinde kategorik, sistematik ve oldukça uzun bir yazıdır. İlk bahiste şairi alelâde insandan ayırıp "üstün idrak sahibi" ve "ilâhî emanetin temsilcisi" olarak tarif eden ve ona madde, bitki, hayvan basamaklarından sonra insanla Tanrı arasında bir yer veren Necip Fazıl böylece şiiri daha ilk planda mistik bir temele oturtur. Poetikasının bu karakteri metin içinde sık sık geçen "esrar, büyü, tılsım, sır" gibi spiritüel kavramlarla desteklenir. Bütün bahislerde şiir sanatı hakkında tarih boyunca ileri sürülmüş karşıt teorileri telif etme ve bunlar arasında denge kurma eğiliminde olan Necip Fazıl bu dengeyi şiirin mânevî unsurları konularında zaman zaman bozar. Meselâ ona göre şiirin kaynağı, "mimesis" ile dış dünyanın taklidi "tecrit" arasında, fakat tecride daha yakındır. Şiir somut bir planda fakat soyut olanı anlatacaktır. Şiirin ifade usulünde "ince" ve "girift" kavramlarını kullanan Necip Fazıl, böylece yalın ve sathî bir şiirden rafine ve kompleks bir şiire geçişin de temsilcisi olmuştur. Yine poetikada ideal şiir için kullandığı "remzî ve sırrî oluş" da soyutlukla sembolizm arasında bir kavramı düşündürür. Şiirin muhtevasında ise iki esas unsuru, duyguyu ve düşünceyi beraber yürütür. Duygu ve düşünce birbiri içinde eriyecek ve mutlu bir terkibe ulaşacaktır. Ancak bu ulaşmada düşüncenin duyguya yaklaşması yani duygunun üstünlüğü esastır. Şiirin şekli ve muhtevası bahsi de yine bu iki unsurun en mükemmel tarzda terkibini zorlar. Şiirin dış şekli adını verdiği vezin, kafiye ve kıtaların-bölümlerin kuruluşuyla mısraın yapısı iç şekil dediği vezne, veznin gerektirdiği kelimelerin seçimine bağlanır. Kitaplarına almadığı sadece iki zayıf şiirinde aruzu deneyen Necip Fazıl poetikada hece ile aruzu karşılaştırırken heceyi aruzun daha estetik, daha serbest bir tarzı olarak değerlendirir. Kapalı ve açık hecelerin düzenli tertibine dayanan aruza mukabil bu hecelerin her mısrada başka bir zenginlikle yeni bir harmanını arayan heceyi, böylece her mısrada değişen bir aruz kalıbı imtiyazını tercih eder. Bazı şiirleriyle ideolojik bir karakter göstermesine karşılık Necip Fazıl poetikasında toplum-şiir ilişkileriyle ilgili son konuları dışında saf şiirin estetik değerleri üzerinde durmuştur. Tiyatroyu güzel sanatlar arasında bir zirve kabul eden Necip Fazıl'ın oyunları da şiirleri gibi trajik bir karakter gösterir. Şiirlerinde soyut olarak hissedilen korku, dehşet, sıkıntı, vehim, şüphe, yalnızlık gibi duygu ve temalar tiyatrolarında kahramanların kişiliklerinde âdeta somutlaşır. Bu oyunlarda günah duygusu, vicdan azabı, kader-irade, akıl-duygu-sezgi ilişkileri, madde-ruh mücadelesi, bilinmeyenin araştırılması, aklın sınırlarının zorlanması, her şeyin ötesinde bir sır bulunduğu inancı gibi metafizik ve psikolojik problemler işlenmiştir. Tiyatroyu "tezin laf olmaktan çıkıp büyü olduğu yer" olarak benimseyen Necip Fazıl'ın oyunları tezli tiyatro türüne girerse de bunlarda ana fikir eserin güçlü tekniğiyle ve ustalıkla eritilmiştir. Yer yer tesirli ve nüfuzlu bir ifade tarzı, çok defa teatral davranış ve konuşma şekilleri, kahramanlık, âlicenaplık, şeref, izzetinefis gibi duyguların yüceltilmesiyle klasik tiyatrolara yaklaşır. Yazı hayatının ilk yıllarından itibaren şiir ve tiyatro kadar olmamakla beraber hikâye ile de uğraşan Necip Fazıl, 1928 yılında Cumhuriyet gazetesinde çıkan ilk hikâyelerini 1933'te Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil adı altında toplamıştır. Daha sonraki yıllarda bunlara ilâvelerle Ruh Burkuntularından Hikâyeler, Hikâyelerim yayımlanmış, ölümünün ardından dergilerde kalmış olanlarla beraber elli iki hikâyesi Hikâyelerim adıyla bir araya getirilmiştir. Bu hikâyelerden sekizi kumar ve hasta kumarbaz tipi etrafında gelişmiştir ki yazarın Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih oyunuyla konu ve tema ortaklığı gösterir. Diğer hikâyelerinde şiir ve tiyatrolarındaki mekân, fikir ve yapı hâkimdir. Bununla beraber şiir ve tiyatrolarındaki sembolik-alegorik, hatta metafizik ve metapsişik atmosfere oranla hikâyeleri daha gerçekçi bir yapıya sahiptir. Necip Fazıl'ın son yıllarında yazdığı ve roman adı altında yayımlanan iki kitabından Aynadaki Yalan, tamamen ideolojik yapıda ve apaçık tezli bir eser olup İdeolocya Örgüsü ile bu çerçeve etrafındaki yazılarının basit olay ve diyaloglarla romanlaştırılmasından ibarettir. Ölümünden sonra basılan Kafa Kâğıdı ise O ve Ben ile Bâbıâli adlı hâtıra kitaplarının dağınık notlarını ihtiva etmektedir. Bu bakımdan hikâye türündeki başarı çizgisini romanlarında yakalayamamıştır. Sanatkârlığı dışında siyasî ve fikrî yazılarıyla daha yaygın bir şöhret kazanan Necip Fazıl bu açıdan Cumhuriyet döneminin birkaç büyük polemikçi yazarı arasında sayılır. Özellikle yakın dönem tarihi ve daha aktüel konular üzerinde yazdıklarının arkasında adları da zikredilmek şartıyla devrin siyaset, yönetim, basın gibi alanların kişileri hakkında tenkit sınırlarını aşan ağır ifadeler, suçlamalar bulunmaktadır. Polemiklerinden başka fikir yazılarında ve hatta tarihî-fikrî araştırma kategorisine girebilecek eserlerinde esas olan, ilmî disiplin ve metodik düşünce değildir. Fikir ürünlerinin arkasında yer yer bir disiplin bulunmakla beraber bu ölçüleri aşan heyecanlı ve mübalağalı çıkışları belki sistemli fikirlerinden daha fazla itibar görmüştür. Onun din, tarih, felsefe, kültür, edebiyat tenkit vb. konularda arka arkaya sıraladığı bir yığın hadise ve kişi adı vurucu bir üslûpla, belâgat ustalıklarıyla okuyucuyu bir anda cezbetme amacındadır. Bununla beraber bu alanlara genel nüfuzuyla, kişi ve olaylar arasındaki gözden kaçmış ilişkileri yakalayan zekâsıyla etrafında kendisine hayran bir okuyucu kitlesi oluşturmuştur. Necip Fazıl'ın hemen bütün oyunları başta İstanbul Şehir Tiyatroları ve Ankara Devlet Tiyatrosu olmak üzere resmî, özel ve amatör tiyatrolar tarafından birçok defa sahneye konmuş, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih "Parmaksız Salih" adıyla, 1968, Reis Bey 1988 filme alınmış, Bir Adam Yaratmak da televizyon oyunu olarak gösterilmiştir 1977. Ayrıca senaryo romanlarının bazıları filme alınmıştır. Fon müziği olarak Batı senfonik müziğinden kendisinin seçtiği parçalarla kendi sesiyle altı şiiri ve "Gençliğe Hitâbe"si plak haline getirilmiştir 1976. Eserleri. Şiirleri gibi yazılarını da defalarca yayımlamış ve hemen her defasında az çok değişiklikler yapmış olan Necip Fazıl'ın kitap haline gelmiş eserlerinde birinden diğerine iktibas edilmiş parçalar, özellikle şiir ve hikâye kitaplarında ilâveler ve çıkarmalar bulunmaktadır. Kitaplarının hemen hepsi İstanbul'da basılmıştır. Şiir. Örümcek Ağı 1925, Kaldırımlar 1928, Ben ve Ötesi* 1932, 101 Hadis 1951, Sonsuzluk Kervanı Ankara 1955, Çile* 1962, Şiirlerim 1969, Esselâm -Mukaddes Hayattan Levhalar- 1973, Öfke ve Hiciv 1988. Tiyatro ve Senaryo Romanı. Tohum 1935, Bir Adam Yaratmak* 1938, Künye 1938, Sabır Taşı 1940, Para 1942, Vatan Şairi Namık Kemal 1944, Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih 1949, Reis Bey 1964, Ahşap Konak 1964, Siyah Pelerinli Adam 1964, Ulu Hakan Abdülhamid Han 1969, Yunus Emre 1969, Mukaddes Emanet 1971, Senaryo Romanları 1972, İbrahim Edhem 1978; tiyatrolarından on üçü Kültür Bakanlığı tarafından üç cilt halinde topluca yayımlanmıştır, İstanbul 1976. Hikâye ve Roman. Meşum Yakut 1928, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil Ankara 1933, Ruh Burkuntularından Hikâyeler 1965, Hikâyelerim 1970, Aynadaki Yalan 1980, Kafa Kâğıdı 1984. Hâtıra. Cinnet Mustatili 1955, Büyük Kapı* 1965, Yılanlı Kuyudan 1970, Hac'dan Çizgiler, Renkler ve Sesler ve Nur Mahyaları 1973, O ve Ben 1974, Bâbıâli 1975. Din-Tasavvuf. Halkadan Pırıltılar 1948, O ki O Yüzden Varız 1961, İman ve Aksiyon 1964, Hazret-i Ali 1964, Peygamber Halkası 1968, Çöle İnen Nur* 1969, Son Devrin Din Mazlumları 1969, Nur Harmanı 1970, Doğru Yolun Sapık Kolları 1978, İman ve İslâm Atlası 1981, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu 1982. Deneme, Fıkra, Siyasî-Tarihî İnceleme. Abdülhak Hamid ve Dolayısiyle Zonguldak 1937, Namık Kemal. Şahsı, Eseri, Tesiri Ankara 1940, Çerçeve 1940, Müdafaa 1946, Maskenizi Yırtıyorum 1953, At'a Senfoni 1958, Büyük Doğu'ya Doğru 1959, Türkiye'de Komünizma ve Köy Enstitüleri 1962, Ulu Hakan Abdülhamid Han 1965, 1970, Büyük Mazlumlar 1966, Türkiye'nin Manzarası 1968, 1973, Tanrıkulu'ndan Dinlediklerim I-II, 1968, Bin Bir Çerçeve I-V, 1968-1969, Vahîdüddin 1968, İdeolocya Örgüsü 1968, Benim Gözümle Menderes 1970, Tarihimizde Moskof 1973, Rapor I-XIII, 1976-1980, Yolumuz, Halimiz, Çaremiz 1977, İhtilâl 1977, Yeniçeri 1977, Sahte Kahramanlar 1984 Necip Fazıl'ın bütün eserleri ve kitap haline gelmemiş yazıları b. d. [Büyük Doğu] yayınları adı altında neşredilmektedir. Kaynak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
türk yazar ve şairlerin hayatı